7 Temmuz 2014 Pazartesi

Gelişim Süreci



AVRUPA' DA AVUKATLIĞIN GELİŞİM SÜRECİ

Klasik Dönem:
Avukatlık mesleğinin bugünkü anlamıyla 13. yüzyılın sonlarına doğru doğmaya başladığını ilk blogumda belirtmiştim. Bu dönem Rönesans ile başlayan bir gelişme idi. Bu dönemde avukat; “yumuşak, sakin, Tanrı’dan korkan, hakikati ve adaleti seven kimse” olarak tanımlanıyordu.
14. yüzyıl Fransa’sında Avukatların başka başka şehirlere giderek savunma yapmaları bu dönemde onların “adaletin gezici şövalyeleri” olarak adlandırılmalarına yol açtı.
Fransa’da 1327 yılında bir “Avukatlık levhası” yapıldı. 1344 yılında Staj Müessesesi kuruldu ve avukatlar üç gruba ayrıldı.
1. Cansiliari/Müşavirler : Bunlara mahkemelerde hukuki konularda danışılıyordu.
2. Advucati: Mahkemede iddia ve savunma yapanlar
3. Novi: Stajyerler
Avukatlık bu dönemlerde Şövalyelik gibi bir düzene bağlandı. “Kamu Şövalyeleri” olarak da adlandırılan avukatlar şövalyelik onuru ile bağlı idiler. Onurlarını, olayların üstünde tutmak zorunda idiler.
Avukatlar bu dönemde lonca halinde örgütlenmişlerdir. 1574-1715 yılları arasında loncaların güçleri arttırılmış, bir loncaya kabul edilmeden meslek icra etmek yasaklanmıştır. Loncalar, elde ettikleri bu ayrıcalıklara karşı yüksek vergi ödemişlerdir. Lonca ustaları bu vergi yükünü çıraklık dönemini uzatarak ve ustalığa geçiş bedelini yükselterek karşılamaya çalışmışlardı.
Loncaların ayrıcalıklı kurumlar olduğunu, Avukat loncasının bayrağını taşıyan asanın isminin, baro başkanı ismine bile kaynaklık etmesinden anlayabiliriz (le baton, le batonnier). Mesleğe kabul yemini, baroya takdim gibi ritüeller ve peruk, cübbe gibi simgeler hep lonca döneminde ortaya çıkmış kurum ve ayrıcalık işaretleridir.
İngiltere’de ise 11. yüzyıldan sonra avukatlıktan bahsedilmeye başlanmış, ilk lonca örgütlenmesi 13. yüzyılda kendini göstermiş, 15. yüzyıla gelindiğinde 3 avukat loncası kurulmuş bulunuyordu.
Loncalar hiyerarşik toplumsal örgütlenmenin en ince düzenlendiği, mesleğe girişten ayrılışa kadar her aşamanın ayrıntılı bir biçimde kurallara bağlandığı cemaat veya dinsel kurum benzeri toplumsal örgütlerdir.
Loncada haklar yerine, görevlerden bahsedilirdi. Görevini iyi yapanlar, kurallara uyanlar çırak/usta hiyerarşisine yükselirlerdi. Lonca mensupları yaptıkları işi bir toplumsal faaliyet olarak değil, bir ayrıcalık olarak algılardı.

“Geleneksel Toplumlar”, yani kapitalizm öncesi toplumlar içinde tüm mesleki örgütlenmeler “lonca” dolayımından geçerek gerçekleşmiştir. Bu mesleki örgütler; mensuplarının, faaliyetlerini, belli bir düzen içinde yapabilmelerini sağlamasının yanısıra vatandaşlarla ve henüz vatandaş olmamış kişilerle devlet arasındaki ilişkiyi de sağlıyorlardı. Parlamentoda da bizzat temsil edilen Avukat Loncaları, Parlamentoya yasa konusunda yardımcılık görevinde bulunuyordu.
Avukatlık mesleğinin Lonca tipi örgütlenmeyle bağlarını koparması Fransız İhtilali ile olmuştur. Özgürlük, kardeşlik, eşitlik temelinden yola çıkan Fransız İhtilali tüm geleneksel kurumları dağıttığı gibi Lonca Kurumunu da yıkmıştı. Çünkü lonca tipi kurumlar ayrıcalıklı üst sınıfların oluşmasına sebep oluyordu.
Fransa’da 1791 yılında La Chapelier Kanunu ile her türlü mesleki eylem birlikteliği yasaklanmıştır. Ancak birlikte eyleme girişmeme koşulu ile dernek şeklindeki örgütlenmelere pek dokunulmamıştır.
Loncalar ve feodal ayrıcalıklar kaldırıldıktan sonra, “Özgür İnsan” temelinde ortaya çıkan yeni toplumsal düzende, aynı meslekten kişilerin örgütlenme hakkı yönünden yeni bir tartışma konusu ortaya çıkar. 1848 Şubat Devriminden sonra La Chapelier Kanunu’nun ortadan kaldırılması ile meslek örgütlenmeleri açısından yeni bir aşamaya gelinir. Bundan böyle mesleki ayrıcalıklar etrafında örgütlenmelerin yerini mesleki çıkarlar etrafında örgütlenmeler alır.
Diğer loncalarla birlikte ortadan kaldırılan avukat loncaları, avukatlardan nefret eden Napolyon tarafından, 1810 yılında bu defa mesleki örgütler olarak tekrar canlandırılmıştır. Bu tarihten sonra “Asri Baro”lar kurulmaya başlanmıştır. 1852-1870 yılları arasında yapılan düzenlemelerle avukatlar, baro başkanlarını seçme özgürlüğüne kavuşurlar. 1920 ve 1930 Kararnameleri ile baroların bugünkü klasik biçimi ortaya çıkar.
Loncadan kopuşla avukatların ideolojik dünyasında çok ciddi bir dönüşüm yaşandı. Lonca dönemi avukatlığı “İmtiyaz” sistemine dayanıyordu. 1850’lerden sonra, Modern düşüncenin etkisiyle tüm imtiyazlar dünyevileşmiş ve avukatlara bu dönemde toplumsal bir fonksiyonu yerine getirmesi karşılığında mesleki tekel imtiyazı tanınmıştır.
Avukatlık ideolojisinin belirlenmesi açısından bu önemli bir sonuçtur. Avukatlar; birden bire ortaya çıkan yeni toplumun kurucu unsurları arasına katılmışlardır. Bu dönemde avukat; bir yandan mesleğini yapıp para kazanırken, bir yandan da toplumsal bir faaliyet içinde yer aldığını düşünmeye başlamıştır. Bu esasen, modern dönemin bireye anlam yüklemesi ile ilgili bir durumdur. Modernliğin özünde bireyin (öznenin) kolektif yapı karşısında bağımsızlığını kazanması vardır. Bu bağımsızlık, insanın, kendi kendinin ürünü olduğu, ölçütlerini ve yasalarını sadece kendinin belirleyebileceği düşüncesiyle ortaya çıkmış bir durumdur. İnsanı merkeze koyan öznellik anlayışının düşünce dünyasına hakim olması bu dönemin en temel belirleyici özelliğidir. Bu dönemde birey gelenek ve kutsallıklardan bağımsızlaşma mücadelesi içine girmiştir. İşte bu dönem avukatı da bu düşünce ile mesleki faaliyetini yürütmüş ve yaptığı işle toplumsal adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunduğunu ve bunun en önemli toplumsal faaliyet olduğunu düşünmüş ve bu doğrultuda çalışmaya başlamıştır.
Klasik Dönem Sonrası
Modernlik bir varlık olarak insanı tanrı karşısında temellendirirken, insan, eyleyen-yapan özne olarak insana; toplumu-doğayı akılla kavrama, dönüştürme imkanına sahip bir varlığa; iktisadi bir özne olarak “çıkarını arayan insan’a; hukuki bir özne olarak ise hakkını arayan kişiye dönüşmüştür.
Ancak bu görünür değişiklik daha sonraları değişik bir temele bürünmüştür: İktisadi aklın bant sistemini bulup üretim faaliyetini parçalara ayırması, modern dönemin mal, ürün, üreten ve doğal kaynaklara dayanan yapısı yerine hem üretimde bilginin artan kullanımına hem de enerji, demir, kömür gibi tükenen kaynaklara dayalı üretim yerine bilgisayar ve elektronik teknolojisinde olduğu gibi bitmez kaynaklara, yani bilgi ve yaratıcılığa dayalı yeni üretim yapısına geçilmesi, üretim toplumundan tüketim toplumuna doğru bir dönüşüme zemin hazırlamış ve bu dönüşüm tüm toplumsal faaliyetleri etkilemiştir. Üretim alanında profesyoneller ve teknik işçiler önem kazanmıştır. Yapılan faaliyetin şekli de değişmiştir. Yapılan faaliyet iş olarak görülmeye başlanmış ve ortaya çıkan bu ayrışmaya da “uzmanlaşma” denilmiştir.
Bu durum bireyin yaptığı faaliyet ile, yapılan faaliyetin toplumsal anlamı arasında bir uçurum oluşturmuştur. İktisadi verimlilik adına, birey yapılan faaliyete yabancılaşmış, faaliyet teknik bir işe indirgenmiştir.
Bireysel çıkarın, iktisadi çıkara dönüşmesi ve kar güdüsünün belirleyici toplumsal motivasyon olmaya başlaması ile mesleki dönüşüm bir ileri aşamaya geçmiştir. Mesleki faaliyet ve toplumsal faaliyetlerde iktisadi akıl belirleyici bir rol oynamaya başlamıştır. Bu dönemin en belirgin özelliklerinden birisi serbest meslek, salt para kazanılan bir iş olarak algılanmaya başlanmıştır.
Serbest piyasa ekonomisi, kar, verimlilik, borsa, globalleşen dünya, Küreselleşme, Yeni Dünya Düzeni, Avrupa Birliği, Avrupa Birliği Hukuku gibi kavram ve kurumlar meslek anlayışının düşünce yörüngesini değiştirmiştir.

Bu çeşit bir evrim geçiren avukatlık mesleğinin bizdeki yansıması nasıl olmuştur sorusu ise bir sonra ki blogumda paylaşacağım.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder