AVRUPA' DA AVUKATLIĞIN GELİŞİM SÜRECİ
Klasik Dönem:
Avukatlık mesleğinin bugünkü anlamıyla 13. yüzyılın
sonlarına doğru doğmaya başladığını ilk blogumda belirtmiştim. Bu dönem Rönesans ile başlayan bir
gelişme idi. Bu dönemde avukat; “yumuşak, sakin, Tanrı’dan korkan, hakikati ve
adaleti seven kimse” olarak tanımlanıyordu.
14. yüzyıl Fransa’sında Avukatların başka başka şehirlere
giderek savunma yapmaları bu dönemde onların “adaletin gezici şövalyeleri”
olarak adlandırılmalarına yol açtı.
Fransa’da 1327 yılında bir “Avukatlık levhası” yapıldı. 1344
yılında Staj Müessesesi kuruldu ve avukatlar üç gruba ayrıldı.
1. Cansiliari/Müşavirler : Bunlara mahkemelerde hukuki
konularda danışılıyordu.
2. Advucati: Mahkemede iddia ve savunma yapanlar
3. Novi: Stajyerler
Avukatlık bu dönemlerde Şövalyelik gibi bir düzene bağlandı.
“Kamu Şövalyeleri” olarak da adlandırılan avukatlar şövalyelik onuru ile bağlı
idiler. Onurlarını, olayların üstünde tutmak zorunda idiler.
Avukatlar bu dönemde lonca halinde örgütlenmişlerdir. 1574-1715
yılları arasında loncaların güçleri arttırılmış, bir loncaya kabul edilmeden
meslek icra etmek yasaklanmıştır. Loncalar, elde ettikleri bu ayrıcalıklara
karşı yüksek vergi ödemişlerdir. Lonca ustaları bu vergi yükünü çıraklık
dönemini uzatarak ve ustalığa geçiş bedelini yükselterek karşılamaya
çalışmışlardı.
Loncaların ayrıcalıklı kurumlar olduğunu, Avukat loncasının
bayrağını taşıyan asanın isminin, baro başkanı ismine bile kaynaklık etmesinden
anlayabiliriz (le baton, le batonnier). Mesleğe kabul yemini, baroya takdim
gibi ritüeller ve peruk, cübbe gibi simgeler hep lonca döneminde ortaya çıkmış
kurum ve ayrıcalık işaretleridir.
İngiltere’de ise 11. yüzyıldan sonra avukatlıktan
bahsedilmeye başlanmış, ilk lonca örgütlenmesi 13. yüzyılda kendini göstermiş,
15. yüzyıla gelindiğinde 3 avukat loncası kurulmuş bulunuyordu.
Loncalar hiyerarşik toplumsal örgütlenmenin en ince
düzenlendiği, mesleğe girişten ayrılışa kadar her aşamanın ayrıntılı bir
biçimde kurallara bağlandığı cemaat veya dinsel kurum benzeri toplumsal
örgütlerdir.
Loncada haklar yerine, görevlerden bahsedilirdi. Görevini
iyi yapanlar, kurallara uyanlar çırak/usta hiyerarşisine yükselirlerdi. Lonca
mensupları yaptıkları işi bir toplumsal faaliyet olarak değil, bir ayrıcalık
olarak algılardı.
“Geleneksel Toplumlar”, yani kapitalizm öncesi toplumlar
içinde tüm mesleki örgütlenmeler “lonca” dolayımından geçerek gerçekleşmiştir.
Bu mesleki örgütler; mensuplarının, faaliyetlerini, belli bir düzen içinde
yapabilmelerini sağlamasının yanısıra vatandaşlarla ve henüz vatandaş olmamış
kişilerle devlet arasındaki ilişkiyi de sağlıyorlardı. Parlamentoda da bizzat
temsil edilen Avukat Loncaları, Parlamentoya yasa konusunda yardımcılık
görevinde bulunuyordu.
Avukatlık mesleğinin Lonca tipi örgütlenmeyle bağlarını
koparması Fransız İhtilali ile olmuştur. Özgürlük, kardeşlik, eşitlik
temelinden yola çıkan Fransız İhtilali tüm geleneksel kurumları dağıttığı gibi
Lonca Kurumunu da yıkmıştı. Çünkü lonca tipi kurumlar ayrıcalıklı üst
sınıfların oluşmasına sebep oluyordu.
Fransa’da 1791 yılında La Chapelier Kanunu ile her türlü
mesleki eylem birlikteliği yasaklanmıştır. Ancak birlikte eyleme girişmeme
koşulu ile dernek şeklindeki örgütlenmelere pek dokunulmamıştır.
Loncalar ve feodal ayrıcalıklar kaldırıldıktan sonra, “Özgür
İnsan” temelinde ortaya çıkan yeni toplumsal düzende, aynı meslekten kişilerin
örgütlenme hakkı yönünden yeni bir tartışma konusu ortaya çıkar. 1848 Şubat
Devriminden sonra La Chapelier Kanunu’nun ortadan kaldırılması ile meslek
örgütlenmeleri açısından yeni bir aşamaya gelinir. Bundan böyle mesleki
ayrıcalıklar etrafında örgütlenmelerin yerini mesleki çıkarlar etrafında
örgütlenmeler alır.
Diğer loncalarla birlikte ortadan kaldırılan avukat
loncaları, avukatlardan nefret eden Napolyon tarafından, 1810 yılında bu defa
mesleki örgütler olarak tekrar canlandırılmıştır. Bu tarihten sonra “Asri
Baro”lar kurulmaya başlanmıştır. 1852-1870 yılları arasında yapılan
düzenlemelerle avukatlar, baro başkanlarını seçme özgürlüğüne kavuşurlar. 1920
ve 1930 Kararnameleri ile baroların bugünkü klasik biçimi ortaya çıkar.
Loncadan kopuşla avukatların ideolojik dünyasında çok ciddi
bir dönüşüm yaşandı. Lonca dönemi avukatlığı “İmtiyaz” sistemine dayanıyordu.
1850’lerden sonra, Modern düşüncenin etkisiyle tüm imtiyazlar dünyevileşmiş ve
avukatlara bu dönemde toplumsal bir fonksiyonu yerine getirmesi karşılığında
mesleki tekel imtiyazı tanınmıştır.
Avukatlık ideolojisinin belirlenmesi açısından bu önemli bir
sonuçtur. Avukatlar; birden bire ortaya çıkan yeni toplumun kurucu unsurları
arasına katılmışlardır. Bu dönemde avukat; bir yandan mesleğini yapıp para
kazanırken, bir yandan da toplumsal bir faaliyet içinde yer aldığını düşünmeye
başlamıştır. Bu esasen, modern dönemin bireye anlam yüklemesi ile ilgili bir
durumdur. Modernliğin özünde bireyin (öznenin) kolektif yapı karşısında
bağımsızlığını kazanması vardır. Bu bağımsızlık, insanın, kendi kendinin ürünü
olduğu, ölçütlerini ve yasalarını sadece kendinin belirleyebileceği
düşüncesiyle ortaya çıkmış bir durumdur. İnsanı merkeze koyan öznellik
anlayışının düşünce dünyasına hakim olması bu dönemin en temel belirleyici
özelliğidir. Bu dönemde birey gelenek ve kutsallıklardan bağımsızlaşma
mücadelesi içine girmiştir. İşte bu dönem avukatı da bu düşünce ile mesleki
faaliyetini yürütmüş ve yaptığı işle toplumsal adaletin gerçekleşmesine katkıda
bulunduğunu ve bunun en önemli toplumsal faaliyet olduğunu düşünmüş ve bu
doğrultuda çalışmaya başlamıştır.
Klasik Dönem Sonrası
Modernlik bir varlık olarak insanı tanrı karşısında
temellendirirken, insan, eyleyen-yapan özne olarak insana; toplumu-doğayı
akılla kavrama, dönüştürme imkanına sahip bir varlığa; iktisadi bir özne olarak
“çıkarını arayan insan’a; hukuki bir özne olarak ise hakkını arayan kişiye
dönüşmüştür.
Ancak bu görünür değişiklik daha sonraları değişik bir
temele bürünmüştür: İktisadi aklın bant sistemini bulup üretim faaliyetini
parçalara ayırması, modern dönemin mal, ürün, üreten ve doğal kaynaklara
dayanan yapısı yerine hem üretimde bilginin artan kullanımına hem de enerji,
demir, kömür gibi tükenen kaynaklara dayalı üretim yerine bilgisayar ve
elektronik teknolojisinde olduğu gibi bitmez kaynaklara, yani bilgi ve
yaratıcılığa dayalı yeni üretim yapısına geçilmesi, üretim toplumundan tüketim
toplumuna doğru bir dönüşüme zemin hazırlamış ve bu dönüşüm tüm toplumsal
faaliyetleri etkilemiştir. Üretim alanında profesyoneller ve teknik işçiler
önem kazanmıştır. Yapılan faaliyetin şekli de değişmiştir. Yapılan faaliyet iş
olarak görülmeye başlanmış ve ortaya çıkan bu ayrışmaya da “uzmanlaşma”
denilmiştir.
Bu durum bireyin yaptığı faaliyet ile, yapılan faaliyetin
toplumsal anlamı arasında bir uçurum oluşturmuştur. İktisadi verimlilik adına,
birey yapılan faaliyete yabancılaşmış, faaliyet teknik bir işe indirgenmiştir.
Bireysel çıkarın, iktisadi çıkara dönüşmesi ve kar güdüsünün
belirleyici toplumsal motivasyon olmaya başlaması ile mesleki dönüşüm bir ileri
aşamaya geçmiştir. Mesleki faaliyet ve toplumsal faaliyetlerde iktisadi akıl
belirleyici bir rol oynamaya başlamıştır. Bu dönemin en belirgin
özelliklerinden birisi serbest meslek, salt para kazanılan bir iş olarak
algılanmaya başlanmıştır.
Serbest piyasa ekonomisi, kar, verimlilik, borsa,
globalleşen dünya, Küreselleşme, Yeni Dünya Düzeni, Avrupa Birliği, Avrupa
Birliği Hukuku gibi kavram ve kurumlar meslek anlayışının düşünce yörüngesini
değiştirmiştir.
Bu çeşit bir evrim geçiren avukatlık mesleğinin bizdeki yansıması nasıl olmuştur sorusu ise bir sonra ki blogumda paylaşacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder